BELEDİYE İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİ (1)
- Murat AKDENİZ
- 29 Şub 2024
- 5 dakikada okunur

Bu yazıda sizlere belediye iktisadi teşebbüslerini (B.İ.T.) biraz anlatmak istiyorum. Fakat öncesinde, bu içerikte bir yazı kaleme almak için gerekli alt yapıya neden sahip olduğumun anlaşılması adına, kendimden kısaca bahsetmemde yarar var.
2004 – 2020 Yılları arasında, söz konusu belediye şirketlerinden birinde yaklaşık 16 yıl çalıştım. İlk olarak “kasiyerlikle” başladığım görev yelpazemde, “Mal Kabul, Denetim Elemanı, Teftiş Elemanı, Denetim Sorumluluğu, İşletme Vekil Sorumluluğu, İşletme Sorumluluğu, Sözleşmeler Denetim Sorumluluğu, Yöneticilik) gibi görevlerde bulundum.
Konumuza dönecek olursak, öncelikle belediyeler büyükşehirlerde 5216 sayılı kanunun 26. Maddesi, ilçe belediyelerinde ise 5393 sayılı kanunun 70. Maddesine dayanakla bu şirketleri kurarlar ve belediye eliyle yürütemedikleri ya da yürütmekte zorlandıkları faaliyet ve hizmetlerinden bazılarını bu şirketler eliyle gerçekleştirirler ve Belediye İktisadi Teşebbüsleri olarak tanımlanırlar. Bunun merkezi kurumlardaki versiyonu da Kamu İktisadi Teşebbüsleri (K.İ.T.) olarak adlandırılır.
Genel olarak baktığımız zaman belediye şirketleri, ulaşımdan temizlik işlerine, park bahçelerden sosyal tesis işletmelerine kadar çok geniş yelpazede ticari faaliyetler yürütürler. Teorik olarak hizmet odaklı bazı ihtiyaçları karşılayabilmek adına varlıkları kıymetli olan bu şirketlerin bazılarının, ne yazık ki hem belediyelere ve hem de hizmetle sorumlu oldukları yerel halka önemli ölçüde yük olduklarını görüyoruz.
Aslında piyasada rekabet ettikleri özel sektör şirketlerine göre çok önemli avantajları bulunan bu şirketlerin, “eşyanın tabiatına aykırı” şekilde sürekli zarar ettiklerine ve devasa borç stoklarının oluşarak, bunların da istikrarlı bir şekilde arttığına rastlamak mümkün. Peki bu şirketler neden zarar ediyor? Öncelikle bu durumu vatandaşlık bilinci çerçevesinde tüm halkın sorgulaması gerekiyor. Zira, bazıları düzenli şekilde zarar eden bu şirketlerin borçları ödenemez hâle geldiğinde, belediye meclisleri toplanır ve “sermaye artırımı” kararı alınır. Peki bu şirketlere sermaye artırımı yapılması ne demektir? Özetle, yerel hizmetlere, proje ve yatırımlara harcanması gereken kısıtlı kaynaklardan bir bölümünün, söz konusu sermaye artırımı yoluyla bu şirketlere aktarılması demektir. İşin ilginç yanı ise ne kadar sermaye artırımı yapılırsa yapılsın, bahse konu şirketlerin borçlarının kısa süreler içerisinde yeniden artmaya devam ettiğini görebiliyor olmamız. Ekonomik darboğaza girildiğinde bizzat bölge halkı tarafından finanse edildiği için, bu şirketlerin son derece profesyonel bir anlayışla yönetilmesi keyfiyet değil, zorunluluktur demek doğru olacaktır.
Ancak yukarıdaki “Belediye şirketleri neden zarar eder?” sorusuna verilebilecek ilk yanıtın yönetimlerdeki liyakat eksikliği olduğunu düşünüyorum. Aslında bu noktada birbiriyle iç içe geçmiş iki sorunu aynı anda ifade etmek daha yerinde olacaktır.
Zira, yerel seçimler biterek yeni belediye başkanı göreve başladığında, bu şirketlerin de genel kurulları toplanır ve anonim şirket statüsünde olan şirketlerin yönetim kurulları yeni seçilen başkanın isteği doğrultusunda değiştirilir. Üstelik bu değişiklik, seçimlerde parti aynı kalsa da başkan değiştiği takdirde yine gerçekleştirilir. Kaldı ki, sadece seçim sonraları değil, bazen 5 yıllık dönem içerisinde birkaç kez yönetim kurulu değişikliği yapıldığına tanık olduğumuz şirketler de olur.
Belediye başkanının değişmesi ile birlikte belediye bürokrasisi ile şirket yetkili kurullarında da değişim yaşanması anlaşılabilir bir durumdur elbette. Çünkü her belediye başkanı daha uyumlu kadrolarla çalışmak ister. Bunda bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Bu nedenle ben de daha 2024 yerel seçimleri aday adaylığı süreci başlamadan önce, ilgili belediyenin hem belediye bürokrasisine hem de tüm şirketlerine dair bir yönetim şeması hazırlamıştım!
Fakat buradaki sorun, söz konusu yönetim kurullarında göreve getirilen kişilerin ağırlıklı olarak, bu şirketlerin faaliyet konuları üzerine yetkinliklerinin olmamasından kaynaklanıyor. Burada liyakatli bir yönetim yapılanmasına gidilmesi yerine, politik bir yapının tercih edilmesi elbette daha en başından şirketleri geriye düşürebiliyor. Örnek vermek gerekirse, faaliyet konusu ağırlıklı olarak sosyal tesis işletmeciliği olan bir belediye şirketinde yönetim kurulu oluşturulurken, o sektörde önemli deneyimleri ve başarıları olan kişileri biraraya getirmek yerine, politik bir oluşuma gidildiğinde sektörel bir başarı hikâyesi yazmak da imkânsıza yakın olacaktır.
Bu şekilde oluşan yönetim kurulları da “kurumsal hafıza” olarak niteleyebileceğimiz şirket müdürlerini “sırf kendi ekiplerinden olmadığı için” değiştirdiği takdirde, idari ve ekonomik kaosun önünün açılması ise yüksek olasılık hâline gelecektir.
Yukarıda verdiğimiz örnekten, yani ağırlıklı olarak sosyal tesis işletmeciliği yapan bir belediye şirketinden devam etmek gerekirse, bu şirketin işlettiği işletmeler muhtemelen ilçenin ya da ilin en güzel lôkasyonlarında ve büyük ölçekli olarak konumlanmışlardır. Masa sayıları ve buna bağlı olarak günlük müşteri ağırlama kapasiteleri pek çok özel sektör işletmesine kıyasla çok daha yüksektir. Özel sektör işletmelerine baktığımızda,
10 – 15 masası olan bir işletme sahibi, zengin olmasa da kendisinin ve ailesinin yaşamını sürdürebileceği bir kâr elde edebiliyor. Ancak bunun aksine 100 – 150 masası ve dolayısı ile günlük olarak çok daha fazla müşteri ağırlama kapasitesi olan bir belediye işletmesi zarar ediyorsa, burada “hayatın olağan akışına aykırı” bir başarısızlığın olduğunu söyleyebiliriz! Üstelik belediyeler bu işletmelerde bir bakıma sosyal hizmet faaliyeti yürüttüklerini söyleseler de genelde menü fiyatları piyasa ile benzer ve hatta bazen piyasa fiyatlarının da üzerinde (Arada bazı işletmelerde sembolik olarak düşük tutulan fiyatlamalar olsa da) olabilmektedir. O nedenle bu işletmeler için “sosyal tesis” tanımlamasının yapılmasını, günümüzdeki yapılarına baktığımızda pek de doğru bulmadığımı söylemeliyim!
Bu şirketlerin zarar etmesinin kapılarını aralayan diğer bir neden de “Nepotizm”dir! Tıpkı yönetim kurullarının oluşumunda olduğu gibi, liyakata dayalı personel istihdamı yerine, politik ve hatta kişisel yakınlıklara dayalı “kayırmacı” bir anlayışla personel istihdamı gerçekleştirildiğinde, en başta hizmet kalitesinde ve buna bağlı olarak özel sektör işletmeleri ile rekabette ciddi zorlukların ortaya çıkması kaçınılmaz olur.
Yanlış yatırımlar ve yapbozlar da yine bu şirketlerin zarar etmesinde önemli etkenlerdir. Zira, bir şirkete ve bağlı birimlerine alınacak olan yazılımlar da kurulacak birim ve tesisler de mevcutlarda yapılacak tadilatlar da yüksek bütçeli yatırımlardır. O nedenle son derece ince elenip sık dokunması gereken konulardır aynı zamanda. Ancak bunların şirket yararı çerçevesinde gerçekleşmesi için de öncelikle bu konularda uzmanlığı olan kişilerden oluşan bir kadrolama son derece önemlidir. Aksi hâlde liyakatsiz kadrolar eliyle ve iş görenlerin tecrübe ve fikirleri alınmadan verilecek yatırım kararlarının bir süre sonra, “havaya saçılmış paralara” dönüşmesi de olağandır!
Benzer bir durum da bağlı işletmelerin komple tadilatlarında yaşanabilmektedir.
Şöyle ki, bir işletmenin ihtiyacı olmadığı halde tadilata sokulması, hatta kimi zaman bu tadilatların “sezon” olarak tanımlanan ve işletmelerin en yüksek cirolara ulaşabileceği dönemlere denk getirilmesi, işletmelerde sıklıkla tadilat yapılması, çok yönlü bir kaynak israfını da beraberinde getirecektir.
Konunun bir de “Satın Alma” boyutu var ki, üzerine ayrıca bir yazı yazmayı gerektirdiğinden bu yazıda yüzeysel olarak değinmeyeceğim.
Bir blog yazısı olarak değerlendirildiğinde, biraz uzun bir yazı olduğu için son birkaç cümle ile burada bitirmek ve üzerine çok konuşulması gereken bir konu olduğu için başka yazılarla da devamını getirmek doğru olacaktır.
Tüm kamu yapıları gibi belediye şirketlerinin de gerçek sahipleri halk olduğu ve gerektiğinde de yine sermaye artırımı yoluyla halka yönelik proje ve hizmetlere harcanması gereken sınırlı kaynakların bu şirketlere aktarılarak finanse ediliyor olması nedeniyle, halka karşı sorumlulukları vardır. Aynı zamanda bu şirketlerde iş gören çalışanlar da yine sorumlu olunan kişilerdir. Zira, yanlış yönetim politikaları, yeni birimler oluşturulduğunda ya da makamlar ihdas edildiğinde, doğan ihtiyacın ilk olarak mevcut kurum içi insan kaynaklarından karşılanabilirliğinin araştırılması yerine direkt olarak dışarıdan istihdamın tercih edilmesi, istihdam alanları yaratmadan, ihtiyaçtan fazla personel alımı gerçekleştirilmesi ve benzeri nedenler, bu çalışanların yeri geldiğinde maaşları ile diğer hak ve alacaklarını geç almaları, parçalı almaları gibi sonuçları da doğurarak hem çalışanları hem de ailelerini mağdur edebilmektedir!
Hatta kimi yerlerde bu mağduriyetlerin, uzun yıllar süren sistematik bir hâle gelebildiğini görmek de mümkündür. Bu ise elbette çalışanlardaki kurumsal aidiyeti olumsuz etkilemekte ve kaçınılmaz bir sonuç olarak da hizmet kalitesinin düşmesine neden olabilmektedir.
Bu üzücü tabloların önüne geçmek için ise;
*Bahse konu şirketleri nepotizmden arındırarak liyakatli bir kadrolama yolunun tercih edilmesi,
*İhtiyaçlarla sınırlı istihdam politikalarının uygulanması,
*Kaynakların en etkin ve verimli şekilde kullanılması,
*Standartlara kavuşturulmuş, objektif bir denetim mekanizmasının oluşturulması,
*Şeffaflığın popülist bir söylem olmaktan çıkarılarak, vazgeçilmez bir ilke haline getirilmesi
Yapılması gerekenlerden sadece bazılarıdır!
“Güzel günlerde görüşmek dileğiyle…”
Comments