top of page

BELEDİYELERDE YÖNETİŞİM (1) (SAYIN CEVAT DURAK'A TEŞEKKÜR!)

  • Murat AKDENİZ
  • 25 Mar 2024
  • 5 dakikada okunur



2024 Yerel seçimleri yaklaşırken bir cümlenin sıklıkla kullanıldığını görüyor, duyuyoruz “Birlikte Yöneteceğiz” ya da bir adım öteye taşınıp “Sizler Yöneteceksiniz” Çoğu seçimde ve adayların neredeyse tümü aynı ya da benzer söylemi kullanıyorlar “Birlikte Yöneteceğiz!”

 

   İyi de nasıl? İşte bu sorunun cevabını vereni, seçildiğinde uygulayanı en azından ben görmedim. Göreniniz varsa lütfen bana yazın. Seve seve paylaşırım buradan! Yönetişim konusunda ülkemizde yerel yönetimler açısından en önemli yapılanma 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 76. Maddesine dayanakla kurulan Kent Konseyleri ve bağlı meclisleri. Ben de Karşıyaka Belediyesi Kent Konseyi Gençlik meclisinin ortalama 3 yıl süre ile Kurucu Meclis Başkanlığı görevini yürüttüm. Aynı zamanda Konsey Yürütme Kurulu toplantılarında da bulundum sürekli. Türkiye’nin çeşitli belediyelerindeki Kent Konseyleri yöneticileri ve Gençlik Meclislerinin başkanları ile yakın ilişkilerim, dostluklarım oldu.

 

   O nedenle bu yapılanmaya pek çok yönüyle ve hiç de mütevazi olmadan söylemeliyim ki, Türkiye’de en çok hâkim olan insanlardan biriyim. Kent Konseyleri konusunu ayrı bir yazı olarak ele alacağımdan, burada detaylandırmıyorum. Sadece şu kadarını söylemeliyim ki, son derece önemli görevler ifa eden bu organizasyonlar hem yapısal hem de siyasal nedenlerle, teorideki faydayı sağlamakta zorlanıyorlar!

 

   Karşıyaka Belediye Başkanlığına Aday Adaylığımı açıklamadan önce ve 2008 yılından itibaren, çok önemsediğim projeler hazırlamış ve aday adaylığı süreci içerisinde ise bunların bir kısmını videolar yoluyla da açıklamıştım.

 

   Fakat özellikle bir projemin, daima büyük önem verdiğim bir kavramın altını ısrarla çizmiştim “YÖNETİŞİM!”

 

   Yönetişim kavramının en büyük projem olduğunu, hem sosyal medya hesaplarımda paylaşmış,  (8 Aralık 2023 tarihli paylaşım aşağıdadır) hem de özellikle 19.12.2023 Dünya Karşıyaka’lılar Günü’nde, Ankara’da otel odasından yayınladığım video yoluyla bu kavramın en önemli kısmını nasıl yaşama geçireceğimizi anlatmıştım.



 

   Öncelikle ve kısaca bunu hatırlamatmakta yarar olduğunu düşünüyorum. Karşıyaka’nın tüm mahallelerinden, tüm sokaklarından ve cinsiyet yönünden de eşit temsilin sağlanacağı, üyelerini bizzat Karşıyaka halkının seçeceği, ismini de yine halkın kendisinin belirleyeceği bir Meclis kuracağımızı anlatmıştım.

 

   Kurulacak olan bu meclis, toplantılarını üçer aylık periyotlarda Karşıyaka Mustafa Kemal ATATÜRK Spor Salonunda yapacak, proje önerileri geliştirecek ve söz konusu meclisin üreteceği proje önerileri, dijital platform üzerinden halk oyuna sunularak %75 ve üzeri oy alan projeler yaşama geçirilecekti. Bunun için de yıllık bütçe hazırlanırken, katılımcı bütçeleme modeli uygulanacak ve kurulacak meclisin ürettiği ve halktan yeterli kabul oyunu aldığı projelerin hayata geçirilmesi amacıyla her yıl bütçeden pay ayrılacaktı.

 

   Görevi sadece belediyeye proje üretmekle sınırlı olmayacak olan bu meclisin çalışmaları kapsamında ve talep edilen her toplantıya ben de belediye başkanı sıfatıyla katılıp, her türlü eleştiriyi dinlemeye ve hesap vermeye daima hazır olacağımı ilan etmiştim.

(19.12.2023 Tarihinde Youtube üzerinden yayınladığım video, sosyal medya hesaplarımda da duruyor. Mutlaka izlemenizi öneririm!)

 

   Tüm sokaklarından temsilcilerin bulunacağı, muhtarların ve muhtar azalarının, STK ve Emekçi temsilcilerinin, doğal üyesi olacağı bu tür bir meclis, ülkemizin geneline bakıldığında, bir ütopyanın vücut bulmasıydı benim açımdan. Zira, bugüne kadar örneği olmayan, güçlü, örgütlü ve yerel yönetim kararlarına gerçek anlamda etki edecek bir halk organizasyonu yaşama geçirilecekti.

 

   Bu projeyi açıklamadan önce, üzerinde uzun yıllar çalışmış, dünyadaki pek çok katılımcı yönetim örneğini incelemiştim. Olası zorluklarını da öngörüyordum elbette. Ancak gönül rahatlığı ile ve özgüvenle açıklamıştım bu projeyi.

 

   Çünkü ne yazık ki, teoride bir söylem olarak bakılsa da asıl patron halktır ve seçilmişler de halkın olanı halk için, halkla birlikte kullanmakla yükümlü kimselerdir. Ancak dediğim gibi teoride böyle olsa da halka hizmet etmesi ve halkın kısıtlı kaynaklarını en verimli şekilde kullanması gereken kişilerin, seçildikten sonra erişilmesi güç kimselere dönüştüklerini sıkça görüyoruz.

 

   Hatta bu öyle hâl alıyor ki bazen, bana oldum olası itici gelen ve adeta bazı dizilerden fırlamış gibi siyah renkli, camları siyah film kaplı minibüslerin makam aracı olarak kullanıldığını çokça görüyorum. Neredeyse bir modaya dönüştü bu! Kimi zaman da sanki kişilerin kendileri ile birlikte eşlerini de seçmişiz gibi, O’nlara da ilgili kurum kaynaklarından çeşitli imtiyazlar sağlandığını görebiliyor ya da duyabiliyoruz!

 

   Üstelik seçilmişlerin görev süreleri içerisinde ve genelde mali tabloyu, görevdeki insan kaynağını ve daha pek çok konuyu net olarak bilmiyoruz. Anlatılmıyor ve halk olarak bilgilendirilmiyoruz. Öğrenebilenlerimiz de bireysel ilişkileri sayesinde bu tür verilere hakim olabiliyor! Oysa bir özel sektör şirketinde, patrondan böylesi en önemli verileri saklayacak ya da paylaşmayacaksınız. Hangi makamda olursanız olun, direkt olarak işten atılırsınız! Ama sorsanız, herkes "Şeffaf belediyeci!"

 

   İşte ben de "Tabu" ve hatta "Gelenek" haline gelen bu anlayışı yıkmak amacıyla “Türkiye’ye Model Olacak” sloganıyla açıklamıştım, geniş katılımlı ve tüm Karşıyaka’ya yayılmış bir meclis projem olduğunu.

 

   Yukarıda da bahsettiğim üzere, olası güçlüklerini de biliyordum elbette ve hatta böyle bir projeyi uygulamamam yönünde telkinler de aldım. “Halkın her şeyi bilmesine gerek yok. Zaten halk bunlarla ilgilenmez” diyenler bile oldu. Hiçbirini önemsemedim.

 

   İster iş yaşamında ister politikada ister beşerî ilişkilerde ve isterse de özel yaşamda olsun, en önemsediğim kriter “Kötü niyet” olmaması. Evet kimse hatadan münezzeh değildir. Elbette siyasetçiler de. Tabii siyasetin yerel aktörleri olan Belediye Başkanları da. Dolayısıyla belediye başkanı olmam durumunda ben de hata yapabilirdim. Önemli olan kötü niyetli bir iş yapmış olmayayım. Yeter ki, hiç kimseye hak etmediği bir imtiyaz sağlamamış, halkın tek kuruşunu kötü niyetli bir anlayışla tüketmemiş olayım. O meclis 3 bin kişi de olsa, 5 bin kişi de olsa, çıkar hesabımı verir, hatam varsa da özür diler, düzeltmek için de gereğini hızla yerine getiririm diyordum.

 

   Bir niyetin ve o niyetle paralel bir özgüvenin yansımasıydı bu! Aynı zamanda siyasal yaşamımda sıklıkla gördüğüm bir realitenin de ortadan kaldırılması amacını taşıyordu. Yazının ana konusu yerel yönetimler olduğu için, konuyu da bu minvalde örnekleyelim;

Şöyle ki, bir kişi belediye başkanı seçildiğinde genelde isteyerek ya da istemeyerek etrafında dar kadrodan kurulu bir zincir oluşturulur. Nezaket ziyaretleri ya da konuşma yapmak amacıyla sınırlı grupların önüne çıkmak dışında belediye başkanlarının halkla bir araya gelmesi, halkın sorunlarını dinleyebilmesi, söz konusu dar kadro eliyle güçleştirilir ve bu kadronun anlatılarından yola çıkan belediye başkanları da işlerin yolunda olduğuna kanaat getirir. Oysa “Kazın ayağı” genelde öyle değildir!

 

   Kaldı ki, bir siyasetçi bizdeki genel usulün aksine, konuşmaktan çok dinlemeli ve anlamaya çalışmalıdır. Halka kulak vermeyen, halkı dinlemeyen, halkın gerçeklerinden uzaklaşan bir siyaset insanının başarılı olması ne kadar mümkün? Şimdi aklınızdan belki bazı spesifik örnekler geçiyor olabilir. Yazdıklarımın o örneklerde de geçerli olduğunu tartışabiliriz!

 

   Benim bahse konu meclis projesiyle en önemli amaçlarımdan biri de halkla aramda bir duvar oluşmasını ve toplumun her kesimini dinleme imkanından yoksun bırakılmamı önlemekti. Zira, devrim niteliğinde bir iş ortaya çıkarmak istiyorsanız, bunu yalnız ve ancak, halkın örgütlü gücüyle yapabilirsiniz. Tüm eleştirilerine, tüm serzenişlerine, yeri geldiğinde orantısız olabilecek çıkışlarına anlayışla yaklaşıp, bütün tabloyu şeffaf bir şekilde ortaya koyarak.

 

   Öncesinde, İspanya’nın Barcelona şehrinden, Avustralya’nın Melbourne, Brezilya’nın Porto Alegre, Polonya’nın Gdansk şehirlerine kadar, Katılımcı Bütçeleme’den, E-Katılım örneklerine kadar pek çok dünya şehrini ve halkın yerel yönetim süreçlerine daha etkin katılımını sağlamak üzere geliştirilmiş çeşitli projeleri, elde edilen sonuçları mercek altına aldım.

 

   Bu çalışma yöntemi konusunda bana ilham veren de tarihini tam hatırlamamakla birlikte, 2007 ya da 2008 yılında İsveç’in Kalmar belediyesinden Karşıyaka belediyesine gelen heyetle yürütülen ve birkaç gün süren görüşmelere, Gençlik Meclisi Başkanı sıfatıyla ve başından sonuna kadar katılmam olmuştu. Son derece ufuk açıcı bir müzakereydi benim açımdan. Yıllar sonra bugün, o yıllarda bana bu imkanı tanımış olduğu için, dönemin belediye başkanı sayın Cevat Durak’a yürekten teşekkür ediyorum. Zira, diyalog halinde olduğum pek çok belediyenin Gençlik Meclisi Başkanı, bağlı oldukları belediyelerin başkanları tarafından, adeta belediye organizasyonlarının alkış ekibi olarak görüldüğünden yakınırken sayın Durak, Karşıyaka gençliğinin ulusal ve uluslararası düzeyde etkinliğini artırmaya çalışıyordu. Yine bu konuyu da çeşitli yaşanmışlıklar ve o yaşanmışlıkları belgeleri ile ele alan bir yazıyı da ayrıca yayınlamayı planlıyorum.

 

   Diğer yandan, dünya şehirlerinden incelediğim örnekler içerisinde, temel aldığım en önemli uygulamalardan biri de sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun önsözünü yazdığı, yönetiminde başkan olarak sayın Tunç Soyer’in, yönetim kurulunda ise sayın cemil Tugay’ın bulunduğu SODEMSEN tarafından derlenen “DÜNYA KENTLERİNDEN İLHAM VEREN PROJE UYGULAMALARI” adlı kitabın 241. Sayfasında yer alan ve Polonya’nın Gdansk kentindeki "Vatandaş Meclisleri"ni anlatan projeydi!

 

   Ancak kopyala yapıştır bir anlayış yerine, bu projeyi mevcut uygulamadan öteye taşıyacak şekilde geliştirmiş ve Karşıyaka’nın kendi dinamikleri ile örtüşecek şekilde kaleme almıştım!

 

   Yazıyı çok uzatmamak adına burada bitiriyor ve yarın yayınlayacağım devam bölümünü mutlaka okumanızı öneriyorum!

Güzel günlerde görüşmek dileğiyle…

Comments


IMG_3108.jpg

Selam!

Hoşgeldin arkadaşım. Sen gelene kadar buralar hep dutluktu. Ancak gelişinle, lebiderya oldu. Neden mi? İnsan yazdıklarının bir okuyanı olsun istiyor. Eğer kendine değilse yazdıkları! Ve sen burada şu an bu satırları okuyorsan ne mutlu bana. 

Let the posts
come to you.

Thanks for submitting!

  • Facebook
  • Instagram
  • Twitter
  • Pinterest
bottom of page