top of page

DOLMA KALEME CEVABIM

  • Murat AKDENİZ
  • 26 May 2024
  • 4 dakikada okunur

Sevgili Dolma Kalem;

 

   “Bir Dolma Kalem Anlatıyor” Başlıklı yazını, kimi zaman hüzünle, kimi zaman keyifle, bazen de yaşadığımız benzerlikleri düşünerek okudum.

 

   İznin olursa, ben de cümlelerine dair birkaç söz etmek istiyorum…

   Öncelikle, 70 yaşında bir dolma kalem olarak, gövdende yılların yorgunluğunu taşıdığını vurgulamışsın. Hangimiz yorgun değiliz ki?

“Uzun soluklu bir sessizlik” de yine cümlelerin arasında. Sen ‘mecburen’ susmuş, susturulmuşsun. Oysa biz insanlar ‘tercihen’ susarız bazen. Kimi zaman da susarak anlatmayı seçeriz. Anlayan olmayacağını bilsek de!

 

    ‘Kağıtla yeniden buluşup, kelimelerle raks etmek’ ne hoş bir metafor. İlginçtir, Schopenhauer’in ‘Paradokslar üzerinde raks’ kitabını hatırlattı bana!

Belki okumak isteyen bir arkadaşıma, küçük bir not eşliğinde armağan ederim!

 

   Sensiz hiçbir değeri olmayan binlerce, belki on binlerce sayfaya, anlam kazandırdığına eminim elbette. Zira, kıymetli dostun Ali ÜNALAN’ın daha 1960’lı yıllarda seninle bir evrakı imzaladığı siyah beyaz fotoğrafı duruyor arşivde. Bu yalnızca sayfaları değil, senin varlığını da anlamlandırıyor. Tıpkı bu satırlarda kağıdı mürekkeple buluşturan dolma kalem gibi.

 



   ATATÜRK sevgisinden bahsetmişsin yazında, tek cümleyle… Etme ne olur! Zira bugün, en azılı ATATÜRK karşıtları da ‘gerektiğinde ‘ATATÜRKÇÜ!’ Güya ATATÜRK’ü temsil edip, ATATÜRK karşıtlarına yanlayan ‘Al görünümlü yeşiller’ de!!!

 

   Gramafondaki plaktan yansıyan tınıların, ruhunu derinden sarstığını söylemişsin. Ne mutlu sana. Zira ben, Frank Sinatra’nın bir plağını satın almak istedim. Tınılardan değil, plağın fiyatından sarsıldı ruhum! 3.288,35 T.L...

 

   Tekel koridorlarında takım elbisesinin cebinde gezdiğin, aynı takım elbise ile bağda ekim ve hasat yapan ‘Dostun’ Ali ÜNALAN’dan bahsetmişsin. Hatta yazı boyunca çeşitli defalarca yad etmişsin kıymetli dostunun hatırasını. Ama’sız, fakat’sız, kinayesiz söylemeliyim ki, her türlü saygıyı hak ediyor bu cümlelerin.

 

   Ayrıca, doğacak torunu Banu’ya olan sevgisine değinmişsin. Tıpkı elleriyle diktiği zeytin ağaçlarına olan sevgisine değindiğin gibi. ‘Dostun’ Ali’nin göremediği torunu, ‘Canım’ Banu, kızlarımın annesi Banu…!

 

   ‘Ruhu var mıdır bir dolma kalemin’ cümlesindeki sorgulamanı okuduğumda, 19 yaşımdayken yazdığım ve bir kül tablasına yüklediğim anlamı anlatan altı sayfalık yazıyı hatırladım nedense… ‘Anlam’ Evet, belki de yaşamın en sihirli kelimesi. Her şey öyle değil mi? Yüklediğimiz anlamlar değil mi var olanı değerli kılan? Kimi zaman bir insan… Belki sabahın seherinde işe giderken bahçeden koparıp yol boyunca koklamaya doyamadığımız bir gül ya da belki insanı insan yapan tüm duyguları kağıda döktüğümüz bir dolma kalem!

 

   48 Yıllık ve dinmeyecek bir hasret var satırlarında. Evet dinmeyecek! Tıpkı Yahya Kemal’in;

‘Dünyada sevilmiş ve seven, nafile bekler,

Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Birçok seneler geçti, dönen yok seferinden’

Dizeleriyle ifade ettiği gibi.

Önemli olan, acılara boğulmak değil, o acılara rağmen var olmak ve mücadeleyi büyüterek sürdürmek ‘Yer yüzü aşkın yüzü oluncaya dek!’ Tıpkı senin yaptığın gibi. Zira kolay değil, 48 yıllık bir terk edilmişliğe rağmen ayakta kalabilmek.

 

   Ama öyle hemen havaya girme, iki güzel cümle kurdum diye. Zira bu ülkede Mustafa Kemal ATATÜRK terk edildi, ‘ATATÜRK’ tüccarı sözde ATATÜRKÇÜLER tarafından ve hâlâ dimdik ayakta ATATÜRK. Üstelik, ‘Al görünen yeşillere rağmen!’ Çünkü bir milletin, Türk Milletinin sinesinde yaşıyor. Yüz yıl sonra da bin yıl sonra da yaşayacağı gibi!

 

   ‘Dostun’ Ali’nin elleriyle diktiği zeytin ağaçlarından, gölgesinde anılarını yazdığı kayısı ağacından bahsetmişsin. ‘Ah be gülüm! Büyükşehirde ağaç bulduk da biz mi oturmadık gölgesinde!!!

 

   Sen bırak canım ağaçlar yerinde sağ olsunlar… Çok konuşma ki, var olsunlar! Dünyayı paylaştığımız dört ayaklı dostlarımıza hasret kalmaktan korkarım yakında. Oysa, aynı yaradan var etmedi mi hepimizi bir solukta!

 

   ‘Hayatı acımasız, duyguları yetim bırakan’ insanlara sitem dolu sözler etmişsin satırlarında… Bak burası ‘ço*omelli!’ Neden mi? Her ne kadar sen yaşadıklarını, sahibini yitirmiş bir dolma kaleme yapılan haksızlık olarak algılasan da günümüzün standardı bu.

 

   Kendimden örnek vermem gerekirse, yakın zamanda bir aday adaylığı süreci yaşadım. Sen belki mahkûm edildiğin, belki de farklı bir bakış açısıyla, koruma altına alındığın çekmecende takip edememişsindir. (Bakış açısı!)

 

  

   Geçmiş 30 yıllık mücadele, eğitim, tecrübe ve hazırlığıma dayanarak ve olmayan paramla değil, ideallerimle yola çıktığım bir süreç! (Ne çok ünlem kullanıyorum) Belki bir gün, o süreçte tanık olduğum çirkinlikleri de anlatırım sana. Ama şu an konumuz bu değil.

  

   Her neyse… O süreçte dostlarımın(!) sayısında öyle bir artış oldu ki, değme gitsin!  Öyle bir artış ki, inanılır gibi değil... Artık gece uyuyacağım saatlerde kullanmak üzere, ikinci bir telefon hattını aktif etmek durumunda kaldım, gerekli hallerde ailem ulaşabilsin diye.

 

   Arayanların ve rahatsız edici derecedeki övgü cümlelerinin bini bir para.  Oysa 14 yaşımda girdim ben siyasete. Binlerce değil, on binlerce insan gördüm ve bir o kadar karakter tanıdım!!!

 

   Sürecin sonunda ‘Eğrisiyle, doğrusuyla’ bir başka isim aday gösterildi. Sürpriiizzzz(!) O hemen her gün arayan, kimi zaman bir günde 4-5 kez arayan, gecenin çok geç saatlerinde, hatta bazen sabaha karşı arayan kişiler, ‘Şaşırmadığım üzere’ adayların açıklandığı gece ortadan kayboldular. Neyse ki, çok ama çok ve gerçek dostlar biriktirmişim. Neyse ki, canım, ciğerim kardeşim Emre’min abisi olmuşum. Gece yarıları olmasa da her daim varlıklarını hissettiren güzel dostlar ve canım kardeşim...

 

   Anladın mı ‘Ço*omeli?’ Mesele sen değilsin kıymetli dolma kalem. Toplumun kendi değer yargılarını, erdem anlayışlını sorgulaması gerekiyor! Sana gelmek gerekirse;

Evet, seni o çekmeceden ve o küçük kutudan çıkarıp temizledim ve yeniden yazdım... Yazdık… Ancak dürüst olmalıyım ki bu, benim açımdan vazgeçilmez olduğundan değil, Ali ÜNALAN’ın heyecanla beklediği ve fakat göremediği torunu, eşim Banu’ya olan saygımdandı! Zira ben, vazgeçilmezlerim olan ve aynı zamanda biri bu yazıyı ‘Yeşil mürekkeple’ yazdığım (Belki bir başka yazıda yeşil mürekkebin nedenini de anlatırım!) kalem olmak üzere, kızlarıma hatıra olarak bırakacağım, her seferinde parmaklarımı mürekkebe bulayan, gözüm gibi baktığım iki dolma kalemi. Bu yazıyla birlikte bir daha kullanmamak üzere kutularına koyuyorum onları. Kim bilir, belki o kalemler senin kadar şanslı olmayabilir. Takdir elbette canım kızlarım, Miray’ım ve Deniz’imin…

 

   Ancak tüm bunların sonunda, insanların büyük çoğunluğunda olmayan vefa duygusuna yeniden sarılmama vesile olduğun için sonsuz ve yürekten teşekkürler.

 

   Son bir teşekkürü de hem sana gözü gibi bakan ‘Dostun’  Ali ÜNALAN’a hem de sen ne kadar sitem etsen de senden vazgeçmek yerine, 48 yıl boyunca seni muhafaza edenlere iletmeyi borç biliyorum.

 

   Tüm vefalı duygular için, minnetle…

Comments


IMG_3108.jpg

Selam!

Hoşgeldin arkadaşım. Sen gelene kadar buralar hep dutluktu. Ancak gelişinle, lebiderya oldu. Neden mi? İnsan yazdıklarının bir okuyanı olsun istiyor. Eğer kendine değilse yazdıkları! Ve sen burada şu an bu satırları okuyorsan ne mutlu bana. 

Let the posts
come to you.

Thanks for submitting!

  • Facebook
  • Instagram
  • Twitter
  • Pinterest
bottom of page